DİN DEĞİŞTİRMEYE ZORLANAN ÇERKES, DİLİ YASAKLANAN POLONYALI, SÜVEYŞ KANALINI DA İŞGAL ETMEK İSTEYEN RUS İMPARATORLUĞU

DİN DEĞİŞTİRMEYE ZORLANAN ÇERKES, DİLİ YASAKLANAN POLONYALI, SÜVEYŞ KANALINI DA İŞGAL ETMEK İSTEYEN RUS İMPARATORLUĞU
17 Kasım 2014

Rusya Boyundurluğu Altındaki Kafkasya’nın Müslüman Çerkeslerinin, Kendileri Aleyhlerinde Sürdürülen  Koğuşturma ve Sistem; Kendi Topluluklarına Karşı İcra Edilen Barbarlıklar ve Zulme İlişkin Durum Hakkındaki Beyanıdır. Protesto, İstanbul Konferansı*  Üyelerine Hitaben Yazılmıştır.
Avrupa, son elli yıldan bu yana, Rusya’nın Kafkasya’ya**  dönük devam eden ilerleyişini, işgal ve yağma ötesinde başkaca hareketi olmayan Rusya’nın karşı konulmaz galibiyeti görüşünü benimseyerek Avrupa’nın Uzak Doğu, Hindistan ve Çin ile bağlantı kurduğu dört büyük ticari rotanın münhasıran Rusya tarafından kontrolünü ve ayrı ayrı bir dizi askeri konuşlanmalar marifetiyle Rusya için önceden tasarlanmış olan güvenlik projesini bir arada izleye gelmektedir. St.Petersburg Hükümeti, 1. Petro’dan bu yana, ısrarlı bir şekilde bu politikayı takip etmektedir.
1. Kafkasya tarafından kontrol edilen Tiflis rotası  ve Gürcistan havzası
2. İran’ın hakim olduğu Fırat Havzası
3. Yukarı Fırat ile Gürcistan ve İran sınırlarından çok uzakta bulunmayan Süveyş Kanalı ve Suriye
4. Aynı zamanda kara ve deniz yolunda bulunan, özellikle Tuna ve daha az önemde Moldova nehri ve Rus-Leh nehri gibi, Karadeniz’e dökülen nehirlerin havzaları için çıkış noktası imkanı sağlayan İstanbul
Fakat Rusya yukarıdaki politikayı takip ediyor olmasına rağmen, toprakları zaten, diğer bütün ülkelere göre daha doğrudan, daha kısa ve diğerlerinden daha az dağlık, ulaşımının doğasına uygun olan, Baltıklar ve St.Petersburg’tan Altay ve Çin sınırına ve hatta Pekin’e kadar step üzerinden geçen kendi yoluna sahiptir, ve belki söz konusu bu yol aynı zamanda Almanlar ve İskandinavlar için dahi uygun olabilir.
Rus Çarı I.Petro, Hazar Denizi ve güneydeki İran’ın yakınında bulunan Derbent’i almak ve Kafkasya’ya  yönelmek üzere 1722 yılında herhangi bir girişimde bulunmamış, kendi ülkesinin en uç noktası olan Azov bataklıkları tarafından sınırlanan kuzeye dönmek için çaba sarfetmiştir. Atalarımız onu engellemişlerdir. Rusya, Çerkeslere karşı, sonu gelmeyen ve acımasız askeri harekatı başlattığı bir buçuk asrın ardından, nihayetinde bize sayıca üstün geldi. Ne yazık ki her biri mukim bulundukları toprak parçası için kendi namına savunma yapan bizim cesur kabilelerimiz, birleşik bir hareketten yoksun kaldılar. Fakat dünyanın geri kalan yerleri hakkındaki bilgi yoksunluğumuz ne olursa olsun, barbar olmadığımız gibi, Rusya’nın  bize kılıcın ucunda getirdiği şey de medeniyet değil idi. İslam Hukuku yürürlükte idi ve onun, insanlar arasında düzgün bir şekilde yerine getirilmesi, tüm haklara saygı gösterileceğinin; diğer bir deyişle kamu düzeni ve adaletin bir garantisi idi. Bizim sosyal durumumuz hakkında, bazı İngiliz seyyahların, kiminin 40 yıl önce, aul olarak adlandırılan köylerimizde bizi ziyarete gelen ve bize silah getirenlerin bu esnada yazdıklarını okuyun. Bunlardan bir tanesi olan Mr. Longworth  (bakınız the Revue Britannique, 1840) şöyle yazmaktadır:  “ İnsanların, yaşam ortamlarında, daha huzurlu ya da daha ağır başlı olduğu başka bir yer yoktur ; başka bir yer yoktur ki bir kere misafir olarak kabul edildikten sonra bir yabancı büyük bir güvenle seyahat edebilsin”.
Böylelikle, 158 yıl boyunca Rus Ordularına karşı direnişin ardından, en sonunda, sayımızın azlığı yüzünden mağlup olduk. Ölüm sessizliği ya da çaresizlik, bereketli vadilerimizde hüküm sürmeye başladı, buna rağmen her şeyi göze almış birkaç adam, buzullara yakın alanlarda, şu ana kadar bile direnmeye devam ettiler.
Ruslar, “ukaz” lar ve uygar devletlerde olmayan haysiyetsiz yolları kullanarak, kabaca ve sistematik bir şekilde uluslaşsızlaştırma (Çerkes ulusundan arındırma) hedefi güderek ülkemizin idaresini icra etmeye başladılar, amaçları şimdiye kadar olduğu gibi çeşitli milletlerle boşalan yerleri doldurmak, bizi sonuçsuz lokal direnişlere sürerek, bunu, bizi imha etmek için bahane olarak kullanmaktır. Ruslar, ormanlarımız boyunca askeri yollar açtılar, uzun ve dar geçitlerde kaleler inşa ettiler, tarımsal faaliyetleri yürütmeyi imkansız kılacak şekilde Kafkasya sıradağlarının her iki yanında Kazak birlikleri tarafından mukim olunan, toplarla silahlandırılmış ve kazıklarla çevrilmiş yüzlerce Stanitsa lar ya da köyler kurdular.
1859 yılında Şamil’in esir düşmesinin sebebiyet verdiği moral bozukluğu ve yeni zulümler, kendilerine uzun zamandır göç etme kararı vermeleri için baskı yapılan kabilelerin, iki yıl sonra Kuban düzlüğüne sevk edilmesine yol açtı. Bu arada,1860 yılında Rusya Devleti, bütün Batı Kafkasya’nın, iç bölgelerden getirilen Kazak ve Rus göçmenler tarafından kolonize edilmesi amacıyla bir plan yaptı. Çerkesler kendi köylerinden tamamen sürülmüş oldular ve böylece nakledilerek Rusya bölgelerinde dağıtıldılar.
Antik Asur monarşisi, benzer şekilde, on Yahudi kabilesinin bütün bir nüfusunu kendi doğal topraklarından zorla çıkarmış ve uzaklara dağıtmıştı; fakat benzer bir vak’a asırlardır gerçekleşmiyordu. Ellerinde tüfekler olan vahşi ve gaddar Kazak sürüleri tarafından, tamamen kuşatılan, dehşete düşürülen,  akıl ve ruh sağlıklarına taarruz edilmiş olan, en savunmasız durumda olsa dahi kendi köylerinden zorla çıkarılan Çerkesler, aynı anda beraberce Türkiye’ye hicret etmişlerdir. Kendi yurtları ve aziz toprakları, dayalı-döşeli evleri, halihazırda ekilmiş dahi olan fakat hasat edilmemiş tarlaları acil bir şekilde boşaltılarak sayıları yüz binlerce olan kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar , alelacele dağlardan indirildi ve kışın en ağır döneminde herhangi bir barınak olmaksızın ve neredeyse erzaksız olarak uzunca bir zaman kalacakları, kendilerini Türkiye’ye taşıyacak küçücük gemilere telaş içerisinde ve doluşarak binecekleri Karadeniz kıyılarına toplandılar. Binlerce kişi sığınmak için çaba harcadıkları yere ulaşamadan sefalet içerisinde öldü. Zaiyattan başka sahip oldukları bir şey yoktu. Öncelikle, muhacir olmak için geldikleri kasabaların nüfusunun dörde katlanması, beklenmedik sayıda insanın ulaşması  ve buralarda göç için kayda değer bir hazırlık yapılmaması ve göçün hesapta olmaması, muhacirlerin bir çoğunun hastalık yüzünden ölmesine neden oldu.
Avrupa bunu biliyor, fakat ilginç bir durum var, belki kendisi ve Kafkasya arasındaki  Rusya sınırının şu anda kapandığını bilmiyor. Orada hapsedilen, soykırıma tabi tutulan ve işkence edilen perişan insanların çığlıklarını duymuyor. İkiyüzlü Rus programı yüzünden Rumeli’deki Hristiyanların durumunun değerlendirilmesi konusu gündeme geldiğinde, bizim burada rica ederek kısaca belirttiğimiz hususlar, Avrupa’yı İstanbul Konferans’ında temsil edenlerin akıllarında bulundurmaları içindir ve bu hususlar Avrupa’nın bilmediği hususlardır.  Yukarıda ifade edilen, aksi ıspat edilmiş karalamalara  ve kökten önyargılara karşı Ruslar, benzeri durumda olan herkes için geçerli olan aynı tarafsız adaleti muhakkak uygulayabilirler ! Nihayetinde, Türkiye’deki hristiyanların faydalanacağı  bu haklar, hangi şekilde mümkün olursa olsun, aynı zamanda Rusya ya da başka yerlerde yaşayan Müslümanların hakları olarak da kabul edilebilir. Fakat, güçlüye ve bunun yanı sıra zayıfa uygulanması zorunlu olan bu hukuka rağmen, gelecekte sadece sonsuz felaketler ve haçlı seferleri günlerinde akıtılmış olan kan (ki en az on milyon insan ölmüştür) ile mukayese edilebilecek bir kan tufanı öngörebiliriz, fakat haçlı seferlerinden daha fazla kan akarsa bu durum, dünya tarihinde benzersiz olacaktır.
İslam, Hristiyanlık ile olan ilişkisinde eşit muamele talep etmekte ve bunu salık vermektedir. Bununla birlikte Müslümanlar, politik-ekonomi ilminde ve kendi yöneticilerini basiretli bir şekilde seçmek konusunda geri kalmış olabilirler, Müslümanların bir çoğu, Avrupalılar henüz barbar iken, bir zamanlar uygarlıkta ileri gitmiş olduklarını biliyorlar ve Bağdat İsfahan, Kordoba ve Granada’nın, Delhi ve Agra’nın yarışını anımsıyorlardı.
Müslümanlar, yeni ilimleri ve Batı’nın modern uygarlığından çıkarılacak iyi şeyleri kazanmak için çaba harcamaktadırlar. Müslümanlar, diğer vahye dayalı herhangi bir dinin sistemi kadar ya da ondan daha fazla, kendi kutsal kitaplarının, bütün yönleri ile gelişmelerini açık bir şekilde vurguladığını dünyaya ıspat etmek için azimliler. Müslümanların bazı yönlerden durağan ve geri durumları, diğer sebeplerin sonucudur. Hangi hakla Müslümanlar küçük düşürülebilir ? Cesaretsizleri ürküten, arsız bir şekilde döneklikten, cehaletten ve Müslümanların birbirleri ile rekabetinden  ve Müslümanların dağınık durumlarından istifade eden Rus fitnelerinde, hangi hakla onlara bir hukuk dayatılabilir. Geçmişte olduğu gibi, aldatıcı metinlere sığınılarak Hristiyanların ve yabancı birliklerin Müslüman bölgesine girmesi sorunu ortaya çıkmıyor mu ? Bu, haçli seferleri döneminden arta kalan bir gelenek değil midir ? Ya da belki Roma’dan yayınlanan ve fakat Moskof tarafından dile getirilen bu tavsiyelere Avrupa şuursuzca boyun eğmiyor mu ve bu yüzden söz konusu tavsiyeler, idiot toplulukların fikrine etki etmek için bütün dünyaya yayılmıyorlar mı ?
Çin’deki Chensi ve Yunnau, Kalküta, Asya’daki Türkiye’nin sınırları arasında, Fas ve Senegal kıyılarında, Ümit Burnu’ndan Kazan’a ve Sibirya’daki Yeniseye, günün aynı saatlerinde hepsinin yüzünü çevirdiği ve herkesin hayatında bir kez ziyaret etmekle vicdani olarak yükümlü olduğu ortak merkezi Mekke olan Müslümanların sayısı 250 milyondur.  İyiniyet ve güç arasındaki sıkı ilişkiye aldırmamak sağduyu olarak kabul edilecek midir ? Müslümanlar, hiçbir zaman teslim olmayı çağrıştıran bir sözcük kullanmayacaklar,  hiçbir zaman kendi haklarına ve dini inanışlarına saldıran başka bir halkın boyundurluğu altına kendilerini sokmayacaklardır. Onlar her yerde eşit bir adalet ve kardeşlik talep etmekte ve bunu , Hristiyanlara ve Yahudilere (dini bir ifade ile konuşursak Allah’a inanan herkese)  teklif etmektedirler.
Fakat Rus Devleti, Kafkasya Bölgesi’nde bu şekilde davranmamakla beraber, Avrupa’nın gözleri önünde bile her gün kadersiz hristiyanların ya da talihsiz Rumeli’deki kadersiz Slavların son derece kötü koşulları için merhametini dile getirme numarası yapmaktadır; hristiyanlar belki kötü yönetilmiş olabilir ancak, yüzyıllardır kendi bölgelerinde sukunet içerisinde yaşamaktadırlar, vakıa, hiçbir zaman dini inanışları yönünden zulüm görmedikleri gibi okulları ve kiliseleri yönünden bir sıkıntıya uğramadılar , bütün bu konularda daima hür oldular. Eğer onlar baskı altında tutulmuş olsalardı, kendi din adamlarını kendi oylarıyla seçmezler ve kendileri tarafından kontrol edilebilir durumda olmazlardı. Daima seyahat ve yerleşme konusunda özgür oldular (Müslüman topraklarında hiçbir zaman serf konumunda bulunmadılar). Son olarak, hiç kimse onları sistematik bir şekilde katliama maruz bırakmadığı gibi, Sibirya’ya da sürmedi. Evlatları kendilerine bırakıldı, askerlik yükümlülüğü altına sokulmuş evlatları olmadı.
Fakat geçenlerde bunun aksine, nadir görülen bir örnek gerçekleşti, Ruslar tarafından organize edilen genel bir panik sebebiyle ki daha sonra Rusların foyaları ortaya çıkmıştır, 4.000 Bulgar köylüsü, herhangi bir bildirimde bulunmaksızın kendi ülkedaşları olan Müslümanları katletmeye başladılar ve bunun karşılığında da, Çerkesler tarafından değil, kendi hayatlarını savunmaya çalışan Müslüman köylüler, Pomaklar tarafından katledildiler.
Bu, Osmanlı kardeşlerimizin müsamahalı devletine karşı neyi ıspat etmektedir ? Bulgaristan’dan başka bir yerde, Moskof’un hükmettiği yerlerde, her nerede olursa olsun, işlenen suçları, bizi tüyler ürpertici bir duruma getiren ve yeniden gerçekleşen terörü araştırmalıyız ve nerede gerçekten ezilen varsa korunmalıdır.
Biz, bütün hukuk kuralları, insanlar ve kutsallar çiğnenmek suretiyle üzerimizde icra edilen zulmün bazı örneklerine değineceğiz. Batı’nın medeni uluslarının temsilcileri, başka yerlerde icra edilen zulümleri protesto etmek üzere çağrıldıkları vakit, bize karşı işlenen ve hala herhangi bir cezalandırmanın gerçekleşmediği suçları protesto etmelidirler. 
1860 yılına kadar Rus makamları, koşullar sebebiyle sıkıntı duyan Çerkeslerin göç etmesine müsamaha göstermiştir ve yine Rus makamları, Çerkesler yerlerinden ayrılır ayrılmaz, terk edilen köylerin ve arazilerin mülkiyetini, derhal, askeri yollarla ve zorla ele geçirmek için gelen Kazakları, Çerkeslerin yerlerine yerleştirerek memnuniyet göstermiştir. Ruslar, tasarlanmış bir zulüm ile boyun eğmiş olan, ancak direnmeye devam eden kabilelerin yakınlarında bulunan kabilelerin göç etmelerini hızlandırmışlardır. Çok büyük kitleler, ya doğrudan kuvvet kullanılarak ya da isteğe bağlı olmaksızın Sibirya’ya yahut iç kesimlere nakil etme teşebbüsleriyle, Hristiyanlığı seçmeye zorlanarak ya da aileler Rus Köyleri’ne  dağıtılarak   vicdansızca yerlerinden resmi olarak sürülmüşlerdir. 
Böylesine muazzam bir göç hareketinin, Ruslar tarafından tetiklenen ve bilindik fenalıkları içeren bu tür icraatlara karşı büyük bir suçlama haline dönüşerek  bir misilleme yarattığının anlaşılması  ve savaşçı ve güçlü ulusumuzun bir çok ferdinin, Rusların göz diktiği Bulgaristan’a yerleştirilmesi, orada işgalciye karşı bastırılamayan ve intikamcı  bir direniş teşkil edilmesi, Rusya’nin Çerkeslere dönük politkasını ani bir değişikliğe maruz bırakmıştır. Çerkesleri Kafkasya’da alıkoymaya, zorla sürmeye ya da yok etmeye ilişkin bir plan olgunlaşmıştır. 
Bu plan, şu anda, kapalı sınırlar arkasında ve Avrupanın gözetiminden uzakta, sessizce icra edilmektedir. Söz konusu plan, Osmanlı kardeşlerimizin baş şehrinde bir araya gelen Avrupalı temsilciler nezdinde bizim kınadığımız, dini yönleri haricinde Leh Ulusu’na karşı kabul edilen plan ile neredeyse örtüşmektedir.
Rus komutanlar, göçün her türlüsünü engellemeye başlamışlardır, ve tamamen yasaklayarak göçü sona erdirmişlerdir. Kendi şahsi mülklerine dönme arzusunda olan ya da kendi akrabalarını ziyaret etmek isteyen evvelki yılların göçmenlerine sanki vebalılarmışçasına engel olunmuş, bütün bunlara rağmen giriş yapanlar ise geri dönebilmek için üstesinden gelmeleri gereken birçok engellerle karşılaşmışlardır. Bütün bir mülkiyete zorla el konulması, göç etmek için herhangi bir teşebbüste bulunan, bölge sınırları dışında seyahat eden, ya da geri dönmek isteyen bu suçlulara karşı verilen ilk ceza idi . Fakat bir müddet sonra söz konusu ceza, geri dönüşün  mümkün olmadığı Sibirya’ya sürgün edilmek olarak değişikliğe uğradı.
Örneğin Koob nehrinin kıyısındaki, kabile şefi olan Yakup Bey, Muhammed Ali  Bey, İslam Bey, Tohranoğlu Aislan Bey, Muhammed Bey ve diğerleri, herhangi bir yere ayrılmaksızın, göçün yasaklanmasının ardından, bir dilekçe vererek göç etmek için izin istemişler fakat bu durum problem haline getirilmiştir. Bu “suç” için hepsi Sibirya’ya sürülmüştür.
Emir Muhammed Giray, St.Petersburg’a müracaat ederek adalet görebileceğine ya da göç etmesine izin verilebileceğine inanmıştır, fakat hiçbir şey elde edememiştir. Onun İstanbul’da yaşayan genç kardeşi ve diğer bazıları St.Petersburg’a doğru özgürlük elde etmek, zararlarının tazmin edilmesini istemek  ya da mülklerini kullanmalarına izin verilmesini talep etmek için yola çıkmışlar,o tarihten bu yana kendilerine ulaşılamamış, önderlerinden yoksun aileleri ise bu yüzden sefalet içerisine düşmüşlerdir.
Köylüleri terörizm metodu kullanarak kendilerini Hristiyan ilan etmelerini sağlamakla görevlendirilmiş  Rus askerlerinden oluşan müfrezeleri Klares (Clares) ya da Babikhoy’de (Babokai) ikamet edenler öğrendikten sonra,yirmi yedi belli başlı aile General Blandjow’a Türkiye’ye göç etmek üzere ayrılmalarına izin vermesi için dilekçe ile başvuruda bulunmuş ; fakat bekledikleri Generalin dilekçelerine cevap vermesi yerine, kendi görüşlerini açıklamak gibi basit bir sebepten dolayı tutuklanmak ve Sibirya’ya sürgün edilmek üzere olduklarını öğrendikten sonra,  bu zavallı adamlar, eşleri ve çocukları ile birlikte kendilerini tahkim edip koruyacağını düşündükleri bir çalılığa ya da ormanın bir köşesine sığınmışlar ve öldürülmelerine karar verilmiştir. Hepsi top ateşine maruz bırakılmış  ve en son kişiye kadar hepsi öldürülmüştür. 
Seyahat yasağı, Mekke’ye hac görevini yerine getirme arzusunda olan kişilere de şamil edilmiştir; bu şekilde yalnızca izin isteyenlerin çoğu tutuklamış ve başka yerlere nakledilmiştir, çok az sayıda insan geri dönüşleri konusunda garanti verdikten sonra bu izne erişebilmiştir. Müslümanlardan alınan son derece ağır vergiler devam etmektedir, istedikleri zaman Müslümanların öküz arabalarına ve hayvanlarına, askeri hizmetlerde kullanmak üzere zorla el koymaktadırlar. Sürgünler, kısmi katliamlar ve göçler yoluyla bir bölgedeki yerlilerin sayıları azaltılmakta, on yıllık nüfus sayımları ile yerlilerin sayılarının azaldığı otoriteler tarafından son derece iyi bilindiği halde, yerli nüfusu azalmasına rağmen söz konusu bölgelerden alınan vergiler de herhangi bir azalma olmamaktadır. 
Şimdi Müslümanların onurlarına nasıl saygı duyulduğunu aşağıdaki olaylarda görüldüğü üzere inceleyelim:-
Tchempetahir adlı bir kişi, bekar olan kız kardeşi kendisine eşlik ettiği halde, bir pazara gelmiş; kız kardeşine, kendi gözleri önünde bir Rus yüzbaşı tarafından tecavüz edilmiştir, daha sonra söz konusu yüzbaşı, bu kızı, yaşadığı yer olan Proxent’e zorla kaçırmıştır. Babası ve bütün komşuları, kızı almak üzere gitmişler; cevap ise kızlarının bulunduğu yerden son derece memnun olduğu şeklinde olmuş ve kızı almak üzere gidenler, kaçırılan kızı görmeksizin tehditlerle kovulmuşlardır. 
Müslüman bölgelerdeki idari görevliler açık bir şekilde Misyoner Topluluk***  (Missionary Society) yetimleri ya da temsilcileri arasından seçilmektedir. 
Müslümanların kız ve erkek çocukları beş yaşından itibaren evlerinden alınmakta, Rus dilini ve Hristiyanlık dinini öğretilecekleri Rus okullarına yerleştirilmekte ve oralarda alıkonulmaktadırlar. Bu şekilde yetiştirilen kız çocuklarının, Rus kocalar ile evlenmeleri teklif edilmekte; eğer bunu reddederlerse kızlar, güç kullanılarak alıkonulmakta ve zorla evlendirilmektedirler, kendi kızlarına evlilik için rıza göstermemeleri uyarısı yapmış olan aileler, Hristiyan dinine hakaret edenler ve Hristiyanlık dininden dönmeyi teşvik edenler kapsamında değerlendirilip cezalandırılmaktadırlar. Bu fiiller bir aileye, onun haysiyetine, en kutsal hislerine hakaret etmek için kafi değil midir ?
Mükemmel düzlük bir ülke olan Kaberdey’de, Rusların silahları altındaki, Komm nehri kıyısında yaşayan Çerkesler, kendi dinlerini Hristiyanlığa çevirecek her tarzdaki teşebbüslere direniş gösterdiler.
12 yıl önce General Saganew, direnen bu ailelerin her yıl zorla zaptedilerek Ortodoks nüfus içerisinde dağıtılmasına ilişkin bir emir almıştı.
Bu emri yerine getirme zamanı yaklaştığında bölge karıştırılmış ve Rus birlikleri orada toplanmıştır. Recep ayının on beşinden, Zilkade ayının onuna kadar çatışmalar gerçekleşmiş ve 1.500 Rus askeri öldürülmüştür. Müslüman tarafında ise sadece erkekler değil kadınlar, çocuklar, yaşlı insanlar olmak üzere binlerce kişi katledilmiştir. 
Aynı bölgede, 10 yıl önce, Fez (Хуэдз ya da Фэдз) nehri yakınlarında, daha önce göç etmiş kabilelerden geride kalanlar, kendi soydaşlarına katılmak için bir çabaya giriştiler. Bu taleplerinin reddedilmesinden sonra, genellikle yapıldığı gibi farklı ulusların, inançların ve dillerin arasına dağıtıldıkları yerler olan Rusya’nın uzak bölgelerine ya da Sibirya’ya nakledilmeleri için hazırlıklar yapıldığını öğrendiler. Ruslar, tasarılarının daha kolay bir şekilde başarılabilmesi için bu kabileleri silahlarından arındırmaya çalıştılar; fakat onlar bunu reddetti. Bir süre sonra yönetici konumunda bulunan liderler, detayları görüşmek üzere genel komutanlığa davet edildiler. Kapıda nazik bir şekilde “ziyaretin sona ermesinden sonra iade edilmek üzere silahların teslim edilmesinin bir gelenek olduğunu” söylediler. Bu silahlar geri dönmediği gibi, kendileri, kendi kabilelerinin Rusların isteklerine boyun eğmeleri için gözaltına alınarak rehin ve güvence olarak tutuldular. 
Daha sonra, bu kabilelerin erkekleri, kendi şeflerinin özgürlüklerini sağlamak amacıyla bir organa müracaat ettiler, ancak bu müracaatları reddedildi. Rusların gaddarlığı yüzünden çileden çıkan ve başka yerlere nakledilmeyi kesin bir şekilde reddetme kararı veren bu insanlar, onları yerlerinden çıkarma görevi verilen bir çok askeri birlik tarafından kuşatılan kendi köylerinin etrafına siperler kazmışlardı, onların tamamı Ruslar tarafından katledilmiştir, bunlara ilaveten ormanda rehin olarak tutulanlar da cinsiyet ve yaş farkı gözetilmeksizin Ruslar tarafından katledilmiştir. Mücadele dehşet verici idi. Etrafı sayıca son derece üstün olan ve toplarla teçhiz edilmiş Kazaklarla çevrilen ve top teçhizatına sahip olmayan Çerkesler ölmeye azmetmişler  artık özgür olamayacakları için; yaşlıları, çocukları ve kadınları ön saflara yerleştirmişler ve onların ardından tek bir adam kalıncaya dek öldürülmüşlerdir. Rus General bile dehşete düşmüş ve vicdan azabına kapılarak girdiği buhran üzerine kendisine kurşun sıkarak intihar etmiştir.  
Bir çok şeyi bilen Avrupa bunu da biliyor muydu ? Bunları Avrupa’ya kim söylemeliydi ?  Göreceli olarak daha zayıf bir devletin bu suçları işlemesi sorunu ortaya çıksa idi ve bu suçlar korkusuzca icra edilmiş olsa idi ve bu suçlar Hristiyanlar üzerinde icra edilmiş olsa idi durum ne olurdu? 30 yıl önce Anapa yakınlarında toplam 12.000 haneden oluşan Natuhay kabilesi, Ruslar ile özel bir barış anlaşması imzalamışlardı ve bu anlaşmaya tam olarak uymuşlardı, ancak Rus askerleri, tamamen beklenmedik bir şekilde ve aniden saldırdılar ve bütün köyleri yok ettiler, temelden bütün her şeyi yerle bir ettiler; nüfusun yarısı öldürüldü ve sağ kalan diğerleri uzak bir mesafeye, Kafkasya’nın kuzey ucu olan Kuban yakınlarına zoraki nakledildiler. Natuhaylar, kendilerine karşı gerçekleştirilen bu hareketin sebebini hiçbir zaman öğrenemediler. Amaç, muhtemelen onları Karadeniz kıyısından temizlemekti ya da diğer kabilelerin üzerinde, kendi başlarına gelecek şeyler konusunda bir intiba uyandırmaktı ya da hareketsizlikten canı sıkılan bir askeri liderdi ya da “küçük bir şeref” kazanma arzusuyla rütbe ilerlemesi sağlayacak caf caflı  bir raporun konusunu teşkil etme çabası idi. Kızılderililere karşı hareket gerçekleştiren Hristiyan Amerika dışında bile başka yerlerde şahitlik edilen bir süreç idi bu. 
Bu olaylardan başka, Ruslar tarafından açıklanan planlanmış zulüm ve imha sistemi, burada ifade edilenlerden geri kalmayan diğer birçok acı verici icraattan da çıkarılabilir. Daha dün, geçen Aralık ayının beşinde, Polonya’nın merkezinde bir kasaba olan Jitomir’de, Yüksek İlahiyat Okulu’nun bütün kısım üyeleri ve bütün öğrenciler zorla toplanmış ve sürgüne gönderilmiştir, çünkü onlar Polonya (Leh) dili ile eğitim yapılmaması ve  Polonya (Leh) dilinin konuşulmaması emrine itaat etmeyi reddetmişlerdir. Fakat, bir çoğu kendi köşklerinin etrafındaki köle-köylülerini ve mujiklerini serbestçe kamçılama alışkanlığına sahip olan saldırgan ve vicdansız askeri despotların nesi inanılmaz olabilir. Ne yapmakta iseler ya da ne yapmış iseler, neredeyse Avrupa’nın gözleri önünde bunları yapmaktalar ve yapmışlardır, kendilerinden uzak olan ayrıca Hristiyan ya da Slav grupların bir parçasını teşkil etmeyen insanlara, soruşturmacı gözler ve özgür kalemlerin olmadığı yerlerde ne yapmaya cüret edecekleri tahayyül edilebilir. Bütün bu çığlıklar bir cezaya çarptırılmaları içindir.
40 yıl önce birkaç cömert İngilizden, Philabaze Committee’nin mesafeli bakışı ile, yardım gördüğümüz gibi  (ne yazık ki kendi devletlerine ya da Osmanlı Milleti’ne ki daha sonra enerjisini yitirmiş bir vaziyettedir, bir etkide bulunamamışlardır) yardım görmüş olsa idik İran bugün neredeyse tamamen kuşatılmış ve Rusya’nın buyruğu altına girmiş olmayacaktı. Tiflis üzerinden Hindistan yolu şu anda Rus olmayacaktı; Fırat havzası Rusya’nın yakın tehdidi altında olmayacaktı. Şu anda Rusya’da, Rus ordusunun boynu bükük bir evlatlığı gibi duran ve bir sonraki durak olarak kutsal kent Kudüs’ün yeniden dizayn edilmesi için aleni bir şekilde Haçlı Seferi vaazı duymamamız gerektiği gibi, Kudüs’ten son gün marşı olarak çok uzak olmayan Süveyş Kanalı’nın ; bir Rus ordusunun Türkistan’dan kuzey Hindistan’a aniden saldırdığı esnada tıkanacağını ve bu kanalın bütün gemilere kapanacak bir geçiş yolu olduğunu da duymamalıydık.
Avrupa bunu iyice düşünsün. Şu andaki ve gelecekteki menfaatleri daha fazla ve derhal etkilenen İngiltere ve Almanya öğüt dinleyin ! İngilizler ve Almanlar ırk ve din kardeşleridir, fiziksel ve bilimsel gücün her çeşidini en üst düzeyde bir araya getirirler. Onların birliğini ümit edelim. Bu, Tuna’da derhal ve kalıcı barışı beraberinde getirecektir. Daha sonra ise Osmanlı İmparatorluğu (yaklaşık bir milyon Çerkes’in ikinci vatanı olarak benimsediği) tehlikesiz bir şekilde yabancı baskılardan kurtulacaktır ve gönüllü bir şekilde bütün yönleriyle mülahaza ve insan  dolaşımına ve yerleşimine açarken, kendisini kendi tarihi ihtiyaçlarına göre barış içinde yenilemekte serbest kalacaktır. Daha sonra Avrupa, 150 yıllık bir süreyi gözden geçirirken, bizim zulme uğrayan halkımızın dağlar arasında yer alan geçitlerde kendi kendisini savunduğu zamanlardaki dehşetengiz çığlıklarını duyacak ve kendi kendisini savunurken aynı zamanda Avrupa’nın çok önemli hayati çıkarlarından birine hizmet eden bu mazlumları yine Avrupa hatırlayacak fakat ortak düşmanın orduları Avrupa’nın Asya ile olan bağlantısını askeri geçit yürüyüşü ile kesecektir___, bütün bunlar , Batı’ya ait olan özgürlük ve medeniyetin,  Cengiz Han politikasının mirasçısı olan Moskof tarafından gelecekte de küstahça tehdit edilmesini sağlamak için gerçekleşecektir.
Eğer Avrupa yükümlülüklerini yerine getirmezse, eğer İstanbul Konferansı yükümlülüklerini yerine getirmezse, sonrasında Allah bizlere yardım etsin ! İstanbul’da hazır bulunmakta olan beş Çerkes kabilesinin muhacirleri, şahsi olarak beyanda bulunmak üzere hazırdırlar ve bu belgenin orjinali kendi isimleri ile aşağıda belirtildiği şekilde imza edilmiştir:-
Padish Husseen Beg.
Anfoco Beg Konduk.
Kazi Beg Khan Mirza.
Hadgee Mahmoud Beg Abook.
Pckemafo Beg Janbott.
Ahmed Beg Djirik.
Suleyman Beg Koondet.
Hadgee Yacub Beg Low.
Khaid Beg Khirpis.
Mihocht Beg Atajook.
Sefer Beg Koobati.
Hadgee Elbooz.
Ismail Beg Kooftan.
Alhaz Beg Hamdeed.
Emin Beg Hirpez.
Mohammed Beg Berzeg.
Bekeer Beg Kaza’i.
Osman Beg.
Kesbek Beg Kanoka.
Kafkasya’dan özel delegeler burada müntesiptirler, fakat ailelerinin ve kabilelerinin acımasız intikamlara maruz kalmaması açısından isimleri belirtilmemiştir
Kaynak:  “Russian despotism and ruthlessness, as disclosed in authentic documents”, Author(s): Colquhoun, Patrick MacChombaich de, Foreign and Commonwealth Office Collection, (1877)Published by: The University of Manchester, The John Rylands University Library
Türkçe’ye Çeviren: Av.Dr.Murat YILDIRIM 
Cherkessia.net, 17 Kasım 2014
*Çevirenin Notu: İstanbul Konferansı ya da diğer adıyla Tersane Konferansı  23 Aralık 1876-20 Ocak 1877 tarihleri arasında toplanan ve Prusya, İngiltere, Rusya, Fransa ve Osmanlı Devleti’nin katıldığı, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki eyaletlerinin yönetim koşullarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu İstanbul’daki Haliç Tersaneleri’nde toplanmış uluslararası bir konferanstır. Başlıkta kullanılan ; “Din Değiştirmeye Zorlanan Çerkes, Dili Yasaklanan Polonyalı, Süveyş Kanalını da İşgal Etmek İsteyen Rus İmparatorluğu” şeklindeki ibare, çeviren tarafından eklenmiştir.
**Çerkesya 39° 43° Kuzey enlem, 40° 44° Doğu boylam (Bu dipnot orjinal metinden alınmıştır)
***Rus İmparatorluğu’nun himayesi altında Kafkasya Müslümanlarının hristiyanlaştırılması için var olan topluluk.(Bu dipnot,orjinal metinden alınmıştır)

 

 

Share Button